Sunday 3 September 2017

22. Aynanın Ötesi ---- İnka Kutsal Şehri Machu Picchu --- Maya Kutsal Şehri Chichen İtza

Ben yazan,

O duvardaki çatlağım,

Duvarın arkasındaki karanlık,

Duvardan içeri akan ışık,

Hepsi benim.

Ve sen okuyan,

Hepsi sensin...

Hepsi sen.

Ben hiç doğmadım ve hiç yazmadım ki...
Ve sen doğdun mu? Okudun mu?

Bu bir rüya

İlahi rüya.


Yazdıklarım çok uzaklara gitti. Daha da uzaklara gidecek.
Kimileri için ilk cümlesinden itibaren anlamsız ve saçmaydı, belki delilik. Kimileri için günah ve ya komik. Kimilerine içilecek su gibiydi, solunacak hava, başı ve sonu olmayan prana.
Kimileri şükranla aldı, kimileri öfkeyle yargıladı.
Sevinç ve üzüntünün ötesinde bir kabul halinde olduğumu söylemek isterim. Olanı olduğu gibi kabul etmek halindeyim.

Bu kabulü kutsal ilaç ruhlarından öğrendiğimi söylersem varlığıma dokunmuş tüm öğretici deneyimlerime, öğretmenlerime ve varlığıma haksızlık etmiş olurum. Geçmiş hayatlarımda Afrikalı, Amerikalı, Asyalı olmuş olabilirim; şaman, rahip, keşiş, rabi, derviş olmuş olabilirim; alkolik bir denizci de olmuşumdur; aşağıda da olmuşumdur yukarıda da, uçta ya da ortada; ve de öğrenci  ve de  öğretmen... Yaradanı ararken her yöne döndüğümü, her yöne yürüdüğümü, altına bakmadık taş bırakmadığımı biliyorum. Şükür ettim, şükür ettim, şükür ettim.
Hep, içim dışında bakılacak hiç bir yön kalmadığında, O'nu şükranda buldum. O OLDUM. BİR OLDUM.

Ne zaman bu bilinçten düşecek olsam O'nu yine dışarıda arar oldum. Tüm buluş ve ayrı düşüş rüyaları sonunda, olanı olduğu gibi kabul etme gücü oldum.

Bütün bu arayış ilahi bir oyun.

Bu oyun, Tanrı Parçacığı'nın ne olduğunu unutup, özünü arayış rüyasını görürken hakikate uyanışı, kutsallığına uyanışı...

Hepimizin oyunu bu.

Temasa girdiğimiz her varlık, her oluş, varlığımıza aynadır. O ayna bize ne  yansıtır?

Oluşlar doğuyor, ilerliyor, sönüyor, yeniden doğuyor, yine ilerliyor, yine sönüyor.
Oluşlara fiziksel, duygusal, akılsal tepki vermek, döngüyü devam ettiriryor. O oluşlar, tüm arayış rüyalarımızda (hayatlarımızda) yarattığımız ve bu hayatımızın bu anına kadar taşıdığımız duygu ve düşünce enerjisel yoğunluğunu ve onlar ile yaratmış olduğumuz etkileri bize geri yansıtan birer ayna. Diğer adıyla iyi ve kötü karmanın aynası. Özümüzün ne olduğunu değil, egomuzun ne olduğunu bize yansıtan aynalar. Onlara bakarken, kendimizi o oluşlar sandığımız için (o oluşlarla bağdaştırdığımız için) onlara sevinç ile, üzüntü ile, coşku, öfke, şefkat, sevgi, nefret vs. duygu ve düşünceler ile tepki veriyoruz. Şefkatli bir kimseye bakarken tüm geçmiş yaşamlarımızda yarattığımız şefkat dolu oluşları görüyor, kendimizi onunla bağdaştırıyor, sevgi ve yakınlık gösteriyoruz.
Öfkeli bir kimseye bakarken geçmişimizde yarattığımız ve hala taşıdığımız öfkeye bakıyor, onunla bağdaşıyor ve etkileşimleşiyoruz. Tepkisiz gözlemci olamadığımız için etkileşime giriyoruz ve o etkileşimlerde, gelecekte yine önümüze çıkacak olan yeni duygu ve düşünceler yaratıp, yeni karmalar doğurmuş oluyoruz.
Her tepki yeni bir etki yaratıyor.
Her yeni etki, yeni bir tepki...
Her yeni tepki, yeni etki...
..........

Her türlü akışa gözlemci olabildiğimiz vakit, doğan ve ölen bu oluşların sonsuz Tanrısallığımız olmadığını seziyoruz. O vakit ayna eriyiveriyor ve ötesindeki Tanrısallığın hazzı oluyoruz. Haz kelimesi bile hakikati aktarmaya sonsuzluk kadar uzak.

İnsanlara egolarını gösteren o aynanın, kendisi için erime vakti gelmiş bir kimse, bunu meditasyon yaparken, bir ağaca sarılırken, gurusunun gözüne bakarken, bir nefesi solurken, yahut kutsal bir ilacın ruhuna daldığı anda deneyimleyebilir. Kesin olan bir şey var ise o da ilahi zamanlamadır. O mükemmel zamanlama paralel evrenlerdeki tüm varoluşlarınızı bir anda birleştiren, tüm boyutlardaki varlığınıza aynı deneyimi o anda veren ve sizi önce kendi varlıklarınıza eritip sonra sonsuzluğa eriten, Kutsal olan sizin, Tanrı'nın iradesidir.

Hakikat Tanrısal İradedir.

Kabul, Tanrısal iradeye Şükrandır.
Şükran, Tanrısal iradeyi kabul.

O aynanın ötesine geçildikten sonra, bütünün hayrına, forma (dünyasal hayata) dönmeniz gerekliyse dönersiniz. Döndüyseniz görürsünüz ki ayna yine oradadır ama ona olan tepkiniz değişmiştir. O ayna bu alemin olmazsa olmazı.

Artık ona bakarken, ne görürseniz görün; ister öfkeli bir adam, ister bir hırsız, ister bir diktatör, ister melek gibi bir varlık, ister ışık, ister karanlık; gördüğünüzün Tanrı olduğunu bilirsiniz.

Bir an için (1 saniye, dakika, saat ya da gün...) kendinizi aynada gördüğünüzle tanımlayıp tepkiye düşseniz dahi, aynanın eridiği an -olduğunuz- (hatırladığınız), hakikatin akla sığmaz gücü ve tanımsız esansı, sizi yine merkezinize, bilince, bilişe geri getireceltir. ...ve o anlık kayboluşlar giderek kısalacak, azalacak, zayıflayacaktır. Şükranla sakinleyip, bu bir rüya diyeceksiniz...
Bu ilahi bir rüya...

Meditasyon (tepkisiz gözlem) bizi rüyanın, aynanın ötesine götüren, evrensel ve bilimsel bir kanundur; tıpkı yerin çekim kanunu, suyun kaldırma kanunu gibi. Bir noktaya odaklanmak ve o noktayı tepkisizce gözlemlemek, insanı uzaklara taşımaz. Çünkü hakikatte uzaklık yoktur. O gözlem, küçük benin bakış açısını, büyük benin bakış açısına dönüştürür, ki o açıdaki bakışta birlik vardır, haz vardır ve yine kelimeleri yetersiz bırakan 'AHHHHH' sonsuzluğu vardır.

Yazıyı bu konuya adamamın sebebi, önceki yazılarımda bahsettiğim, vardırıldığım, aynanın erime anının altındaki prensipleri ve manaları, bu sınırlı dünya koşullarının ve dilin izin verdiği ölçüde açıklığa kavuşturma isteğimdir.
Biliyorumki okuyanlar arasında kalbiyle dinleyenler olduğu kadar, kulağıyla duyanlar da var. Enerji her bilinç seviyesine ayrı ayrı gerekli olduğu gibi etki etsin.
---



            Kutsal Vadi, Vamoss Turk Evi (Japon yemekleri gecesi)




            Kutsal Vadi, Pisac´da, Maya´ya ilk davulunu alirken...

Kutsal Vadi
'de bir buçuk ay kalmışız. 
Bize bu vakitte, bu mekanda, kavuşmamız bahşedilmiş olan bütün güzel varlıklarla ve olaylarla kavuşmuş, artık yola çıkma vaktimiz geldiğini sezmiştik. Kutsal Vadi bize kendimizi evde hissettirmişti. Geri döneceğimizi kalpten bilerek ayrıldık.

Öğrenilmiş her ders, yeni bir sınav demektir. Sınav, yeni değerin bedelidir.
Kutsal Vadide yüklendiğimiz yeni enerjiler tezi tezine sınava tabii tutuldu.

Baktığımız her yönde Tanrı'yı görüyor muyuz? Yoksa yine acılar içindeki egomuzu görüp tepki mi veriyoruz?
En sonsuz gibi gözüken karanlık bir anda oturup ağlıyor muyuz?
Yoksa durumların geçiciliğini bilerek, sabırla ve tepkisizce gözlemliyor muyuz?

Kutsal Vadi'den, Kutsal Şehir Machu Picchu'ya doğru yola çıktık. Hat
ırı sayılır sıcaklıkta bir gün, küçücük ve de kalabalık minibüslere koca koca 2 sırt çantasıyla sığışarak yol aldık. Tam 6 araç değiştirerek, virajlı yollarda 6 saat geçirdik. Sonunda Machu Picchu'ya 12 km uzaklıktaki tren istasyonuna vardık. Machu Picchu'ya giden otoyol yok. Şehre ulaşmanın tek yolu tren.

Bizi küçük bir kasabadan, ormanın ortasındaki o tren istasyonuna götüren taksici, tren bitti, ama şehir çok yakın, en fazla 1 saatte yürüyerek ulaşırsınız diyerek ikna etti. Meğer adamcağız günün son bir müşterisini taşıyarak para kazanma derdinde yalan söylemiş. Meğer, yürünecek yol yokmuş. Tren rayı üstünde 12 km yol yürümek gerekliymiş. Hızlı ve çantasız yürüyen birinin 2 saatte gidebileceği bir yolmuş... 
Yaradan bu sınavda yanımıza bir de yardımcı verdi ki, çok şükür. O taksiye son anda, bizimle birlikte yumuşak kalbi, iri bedeniyle bir Peru'lu adam bindi, Martin.


İstasyona vardığımızda akşam 6'ydı ve hava alacakaranlıktı. Tren yolu boyunca yürümeye başladık. Bildiğiniz tropik ormanın ortasında yürüyoruz. Yürüyüşün başlarında, raylardan ayrılıp dik bir bayır tırmanmamız gerekti. Çantalar, davullar, Maya... Maya adamın güzel yüreğini sezdi ve gidip elini tuttu. Aşmamız gereken zor yerlerde Martin yardımcımız oldu. O Macchu Picchu'da bir bankayı denetlemeye gelen bankacıydı ve yol konusunda bizim gibi bilgisizdi.
Yolumuz yine raylara döndüğünde, karşı yönden ağır adımlarla, yorgunca gelen kimseleri gördük. Machu Picchu'dan ayrılıyorlardı.
Onlara daha ne kadar yolumuz kaldığını sorarken, aslında 20 dakika diyeceklerini zannediyordum. Onun için, cevaplarını bir kaç dakika boyunca anlayamadım.

2,5 saat...

Yağmur başladı, hava karardı.

Bir süre sonra sırılsıklam, çantaların ağırlığı altında ezilmiş olarak, zifiri karanlıkta yürüyorduk.
Fenerimiz yoktu.
Martin cep telefonunun fenerini yaktı da yolumuz bir nebze aydınlandı.
3 senedir ayağımı hiç vurmamış ayakkabılar topuğumu yiyip bitirmeye başladılar.
Ve o taksici geldi gözümün önüne.

Şu an önümde olsa ona ne yaparım diye düşündüm?

Allah ne verdiyse deyip bir tokat atar mıyım?

Biliyorum, bazen 1 tokat 1000 sözden daha değerli bir öğretmen. ...ama o tokadı sevgi ve şefkatle mi atardım, yoksa öfkeyle mi...
Yolun en az 1 saati hislerimi dinledim. Gözümün önüne gelen, çocuklu bir aileyi göz göre göre ormanın ortasına, gece vakti 3 saatlik bir yürüyüşe, 10 kuruş daha kazanabilmek için göndermiş, vicdanı körelmiş bu adama baktığımda ne görüyorum? Aynaya baktığımda ne görüyorum?

Tanrı'yı mı?
Beni kurban etmiş bir insanı mı? Kendi mi bu vicdansızlıkla bağdaştırıp ona öfke mi duyuyorum? Yoksa bağışlıyor ve serbest mi bırakıyorum?

Ritmik yürüyüşümüzle, rayların birbirine paralel kütükleri her yarım metre de bir ayaklarımızın altından, gözlerimizin  önünden akarken adeta transa girmişizcesine, sessizce yürüyorduk. Maya bile sessizdi. Belli ki herkes bir şey düşünüyordu. Yağmur hızlı hızlı ve aralıksızca yağmaya devam etti.

Meditatif yürüyüşümüz birden bire önümüze çıkan nehirle kesildi. Yağmurlarla iyice kabarmış, hızla akan, 10 metre kadar geniş bir nehir. Raylar nehirin üzerinden bir köprü gibi geçiyor geçmesine de, yürüme patikası, yolu, tutacak, tutunacak hiç bir şey yok. Kenarlıkları olmayan, dahası ray kütüklerinin arası doldurulmamış bir geçit. Yani kütüklerin arasından 5 metre kadar aşağıda gürül gürül akan nehiri görüyorsunuz. Her yarım metrede bir bir kütüğün üstüne adım atıp, dengede kalarak, bir sonrakine geçmeliyiz... ve 20-30, bilmiyorum, 40 tane kütüğü böyle geçerek karşıya varacağız.
Durduk ve ben güldüm.

Bu geçirmekte olduğumuz sınava şükran duyuyor muyum?
İlahi takdir ve iradeyi kabul ediyor muyum?

Maya'yı ben aldım. Martin, çok daha hafif olan çantasını Yuuka'ya vererek, Yuuka'nın ağır çantasını ve davulunu aldı.
Feneri olmasaydı hiç geçemezdik. Bu sırada artık Martin'in insan kılığına girmiş bir melek olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Bu ışığı ve sevgiyi, yalnızca gözlemleyebilecek, kendimi ona borçlu hissetmeden, ona hayranlık duymadan, benim de onun gibi Tanrısal ışık olduğumu bilerek, yan yana, omuz omuza eşit olarak yürüyebilecek miydim?
Yoksa bir başka hayatta geri ödemek üzere onun iyi karmasına borçlanacak mıydım?

Yaradanım sana teslimiz...

Martin ve Yuuka rayların iki yanında, biraz önde; Maya ve ben elele ortadan, aynı anda adımlar atarak, yavaş yavaş, altımızdaki nehrin sesini dinleyerek, akışını görerek ilerledik. Eğer Maya korksaydı işim çok daha zor olurdu. O kadar korkusuz ve herşeyin farkındaydı ki...

Onunla gurur mu duyacaktım?

Herşeye ne kadar çok tepkimiz var...

Karşıya vardığımızda 5 dakika oturduk yağmurun altında ve karanlıkta.

3 buçuk saat süren yürüyüş boyunca en az 5 tane daha nehir geçtik.

Ufukta Machu Picchu'nun ışıklarını görmüştük ki... Önümüzde bir tünel belirdi.
Gerçi tren bitti denmişti ama, ya bitmediyse... ya tünelin içindeyken bir trenle karşılaşırsak... daracık karanlık bir tünel. Dışı tırmanılamaz bir kayalık...

Yaradanım sana teslimiz...


Tüneli geçtik.

Tam şehrin pizzacı dükkanlarının kokusunu almaya başladık ki, bir tünel daha...

Bir gayret...

Sonunda Machu Picchu şehrinin tren garına varmıştık.
Bir tren yola çıkmak için hazırlanıyordu. Biz rayların dışında yere yatmış şükürlerle soluklanırken, tren harekete geçti ve az önce içinden çıktığımız tünellere doğru yol aldı.

İlahi bir rüya...
Hepsi Yaradan'ın ilahi rüyası.

Kutsal ruhların içinde sonsuzluk oldum.

Bu yaşananlar, sonsuzluğun içinde ufacık bir rüya baloncuğu.

Rayların kenarında, o anda, oracıkta, kim olduğunu, hangi boyutumda, hangi zamanımda yaşamış olduklarını bilmediğim pek çok kişiyi bağışladım.
Uçuverdiler karnımdan, sırtımdan, ayaklarımdan, ellerimden...
Şükrettim bize bahşedilmiş bu sınav gecesine.
Şükrettim yolumuza çıkarılmış tüm yardımcılara.

Martin'le bir birimize sarıldık ve ayrıldık.

Maya kucağımızda uyuklarken bir çorba içtik. Önceden yerimizi ayırttığımız oteli arayıp, bulduk. Maya'yı uyurken ıslak bezlerle temizleyip, pijamalarını giydirdik. Sıcacık bir duştan sonra yatağa eridik.

MACHU PİCCHU





Senede onbinlerce turistin aktığı Machu Picchu'ya 12 km yol yapmamışlar. Hiç de imkansız değil. Birileri ulaşımı tek kanal halinde tutarak çok büyük para kazanmaktan mutlu olmal
ı. 12 kmlik yoldan, tren biletine kişi başı 35 dolar para alıyorlar. 
Biraz daha uzakta, Cusco otobüslerinin kalktığı bir kasabaya gitmek isterseniz 55 dolar. ( Evet, Amerikan Doları) 4 saatlik uzaktaki büyük şehir Cusco'ya ise 120-150 dolar arası.

Koca Machu Picchu'dan her gece onlarca insan, tren yolunda yürüyerek ayrılıyor. Çünkü 35 dolar çok pahallı.

Kasabada yaşayan ve ticaret yapan çoğu kişi, gelenlerin kanını son damlasına
kadar emmeye sanki beraber niyet etmişler. Bir küçük suyu 7 liraya falan satıyorlar.
Yiyecek içeçek ateş pahası.
Çoğu restorandan, bardan, gümbür gümbür müzik sesi yükseliyor.
Kasabadan, 20 dakika uzaktaki antik kente 1 kişilik otobüs bileti 25 dolar.
Antik kente giriş 40-70 dolar arası.
Üstelik sabahın 4'ünde uyanıp bilet sırasına girmelisiniz.

Yolculuğumuz boyunca vardığımız en pahallı yerdi.

Bütün bunları da olduğu gibi, gözlemleyip kabul edip edemediğimizi sorguladıktan sonra...

Sonunda senelerdir görmeyi ve dokunmayı arzu ettiğimiz kutsal şehir Machu Picchu'ya vardık.

Her bir taşı, İnka rahipleri, astrologları, mühendisleri ve sanatçılarının ortak emeğiyle, itinayla dizilmiş; her bir meydanı, her bir tapınağı, gökyüzündeki yıldızlarla, gezegenlerle ve güneşle bağlanmış, evrensel bir yapı.
Üstelik şehir tahmin ettiğimiz gibi bir yeryüzü çakrası üzerinde.
Ayakkabılarımızı çıkartıp bütün şehri çıplak ayakla yürüdük. Altımızda çok büyük kristaller olduğunu sezdik. Kutsal tapınakların içine girmemiz yasak. Zaten çoğundan enerji yükselmiyor. Etraflarını, gerçek değerini anlamayan,  fotoğraf çekmeye yarışında olan yüzlerce insan sarmış.
Bazı yerlerde insanlar resmen birbirlerine dokunarak, sıkışarak yürüyor; öyle bir kalabalık. Şehrin ve dağın yüksek enerjisini dinleyişimiz ve herşeyin mükemmeliğine olan inancımızla, kalabalıktan ve sıcaktan etkilenmedik. 3 saatlik Machu Picchu yürüyüşümüz su gibi akıp geçti. Ahhhhhh diyerek, gülümseyerek çıktık. 

Ne bilge uygarlıklar gelmiş ve geçmiş. Arkalarında bıraktıkları bilgi mirası için şükürler olsun. 









İnka'ların kutsal şehrinden Maya'ların kutsal şehrine doğru yola çıktık. Bin yıl önce kimbilir, belki 5 ay sürerdi o yol.

Yürüyerek geldiğimiz Machu Picchu'dan trenle ayrıldık.
Pasifik okyanusu kıyısındaki Lima şehrinde 2 gün dinlendikten sonra Meksika'nın en güneyindeki Cancun şehrine uçtuk. Oradan da, Caribbean denizi kenarındaki Küçük kasaba Tulum'a geçtik. Türkiye'nin güney sahilleri tadında, sıcak, turistik, pahallı olan bu kasabaya gelmemizin tek sebebi, Maya'ların kutsal şehirlerden biri olan Chichen Itza'ya yakınlığıydı. Tek isteğimiz o muhteşem piramidin enerji alanına girmek, dinlemek ve şükranla ayrılıp, yaşamın çok daha ekonomik olduğu Kuzey Meksika'ya ve diğer Maya Piramitlerine doğru yol almaktı.
Tulum kasabasına 3 saat kadar uzak olan bu kutsal mekana kalabalık bir tur gurubuyla gitmek istemediğimiz için, ekonomimizi biraz daha zorlayarak bir araba kiraladık.

Ağır çantalarla otobüs, minibüs, sıcak, soğuk demeden gitmeye alışmışız. Klimalı arabayı sürmek, dilediğimiz yerde durmak dinlenmek, dilediğimiz vakit hareket etmek hoştu doğrusu.
Ekonomimizi iyice zorlayarak, turist turlarının girişinden değil de, özel bir otel park yerinden giriş yapınca kafileler halinde yürüyen ve her kertenkelenin resmini çekmek için duran guruplarla karşılaşmadık.

Taa ki Chichen Itza piramidinin önüne gelene kadar...

Piramidin etrafı yüzlerce insanla çevriliydi. Tahmin edersiniz ki yukarı çıkış da yasak. Yalnızca aşağıdan bakabiliyorsunuz.

Nereye oturup meditasyon yapalım diye düşünürken, İlahi İrade aniden sert bir tropikal yağmur başlatınca, karınca sürüsü gibi dağılıverdi herkes ve kendimizi piramidin önünde yalnız buluverdik. Herkes ormanın kenarına ağaçların altına kaçmıştı.

Şükür şükür şükür... şükrettik.
Piramidin merdivenlerinin başında, yere oturduk.

Kafamı kaldırdım, yağmuru kabulle. Piramidin koca bedenine, yukarı doğru bakarken, kuvvetle bir anı yanıverdi aklımda.

İlk Ayahuasca seremonisinde vizyonumda bu piramit vardı. Yüzlerce piramitten herhangi biri olabilirdi o, ama biliyordum ki, başka piramit değil... buydu... Chichen Itza'ydı gördüğüm.
Vizyonumda, üstüne tırmanmaya çalışırken basamaklar altımdan kayıp gidiyordu ve ben ölüme yaklaşıyordum.

Bu anının dönüşüyle bütün bedenim titredi. Gözlerim kapandı. İnmekte olan kozmik enerji tüm parçacıklarıma dokundu. Üstüme düşen yağmurun fizikselliği, üstüme inen enerjiyle bütünsellik oluşturuyordu. Eriyip yokoluverdim. Yağmur bile kayboldu. Belirsiz bir süre hiçbir şey yoktu. Yoklukta bir Maya şamanı belirdi. Büyüsü beni forma geri getirdi. Kafamı iki elinin arasında tuttu. Bu kutsama, bu enerji giderek kuvvetlendi, fizikselleşti ve sonra yine yağmuru duydum. Gözlerimi açtım.

Şimdi bu satırlara o an yaşadığım şükran ve mutluluğu yüklüyorum. Öyledir...
Bu Yaradanın rüyasıdır. Öyledir.


Fotograf makinamizin hafiza karti agriza yaptigi icin kendi cektigimiz fotograflardan degil de, piramidin internetten buldum 3 harika fotografini paylasiyorum.







Arabaya dönüp, kurulanıp, üstümüzü değiştirdik. Geri dönüş yolu da çok keyifliydi.

Ertesi gün kuzeye doğru uzun bir otobüs yolculuğu yaparak San Cristobal de Las Casas isminde, 2200 metre yüksekteki şehre vardık. Küçük, sevimli bir İspanyol Koloni şehri. Şehirde yeme içme, konaklama ucuz. Yükseklik nedeniyle hava ferah, dağ havası. Machu Picchu'dan bu yana biriken fiziksel yorgunluğumuzu burada dinlenerek çıkarmaya karar verdik. On günlüğüne gemimizi demirledik. Böylece dikkatimi uzun zamandır seans tarihlerini duymak için bekleyen danışanlarıma çevirebildim.



                           San Cristobal de Las Casas (fotograf internetten)


--------------------


Son sözüm olarak, yalnızca direk ve özet konuşmamdan anlayabilecek, bir sebeple Ayahuasca ve Toad başlıklı blog yazılarımı okumuş, dar bir bakış açısıyla dar sonuçlar çıkararak, insanlara uyuşturucu tavsiye ettiğimi sanmış azınlıktaki kimselere seslenmek istiyorum. Bunu, göz önünde olmanın sorumluluğu olarak kabul ederek yapıyorum. Tavsiyem, zannettiğinizin, varsaydığınızın tam tersidir.

Uyandığım o uzak günden beri her insana tavsiyem aynı:

Sigara, alkol, ila
ç, televizyon, işiniz, eviniz, inançlarınız, facebukunuz ve tutunduğunuz herşey dahil olmak üzere, uyuşturan bütün madde ve durumlardan uzak durun. Aradığınız Hakikat, en yalın, en arınmış, en saf halinizle mevcut olmanızı gerektirir. Kullanacağınız her uyuşturucu madde, her alışkanlık sizin Hakikat'den koşarak uzaklaşmanız demektir.

Uyuşturucu, maddenin kendisi de değildir; bilincinizin uykudaki halinde sahip olduğunuz dar bakış açısıdır.

Bütün uyuşmuş bilinçler uyansın.

Bütünün hayrına duam ve son sözüm budur.



----------------------------

Bu blog sayfasını ilk kez bu yazı vesilesiyle ziyaret ediyorsanız "Nedir" sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim.


Uzaktan görü şifa seansımızla ilgileniyorsanız, Heaven Earth Şifahane Blogumuzda, seanslar sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim. ( http://yuuka-and-wings.blogspot.com/?m=1 )


Mucizeye yolculuk blog yazılarının dilediğiniz kadarını sosyal medyada paylaşmakta özgür hissedin. Bu blogun amacı ilham kaynağı olmak.


Mucizeye yolculuk blog yazılarının bir bölümünü ya da tamamını bir dergi ve ya kitapta yayınlamaksa isteğiniz bana email yolu ile ulaşabilirsiniz.

strongwings121212@gmail.com


Mucizeye yolculuğumuzu maddi manevi desteklemek istiyorsanız, yine aynı email adresiyle ulaşabilirsiniz.


Koşulsuz Sevgiyle

























  





No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.